Müşteri Denetimi Mi, Belgelendirme Mi ?
Dün bir toplantıda bir tedarikçinin müşterisine yaptığı sunumu izliyordum, 1980’lerde ürettikleri ürünü direk satıcıyla görüşerek sattığından bahsediyordu.Ne müşteri ziyaretleri, ne müşteri denetimleri, ne de yönetim sistemi belgeleri, kendilerinden hiç bir şey talep edilmeden kolayca ürün satabiliyormuş. Çok çılgın gelmiyor mu kulağa? Zaman içerisinde tüketici ve müşteri beklentileri değiştikçe ‘mecburen‘ farklı sistemleri kurup , geliştirip otuz yılda firma olarak geçirdikleri değişimi tüm aşamalarıyla anlatırken salondaki herkesin çok etkilendiğini belirtmeliyim.
Bu sunum bana büyük alıcıların gıda sektörü üzerindeki etkisini bir kez daha düşündürdü. Ana amaç ticaretin sürekliliğini sağlamak elbette, ama büyük alıcıların markalarını korumak, tüketici memnuniyetini ve güvenliğini sağlamak , hatta ürünlerin üretildiği fabrikalarda çalışanların refahını sağlamak için kendilerince gösterdikleri çaba inanılmaz. Bunun için uluslararası ve lokal ekipler kuruyor, tüm tedarikçileri ürün güvenliği, yasallığı, etik ticaret açısından sürekli değerlendirip,tüm raporları , aksiyonları takip ediyor, tedarikçilerini geliştirmeye çalışıyorlar. Daha fazlasını oku…
Aynı Firmanın İki Denetim Sonucu Neden Farklı Olabilir
Her denetçi gideceği denetim öncesinde kısa da olsa bir ön çalışma yapar , firmanın profilini anlamaya çalışır. Gidilecek firma daha önce denetlenmişse önceki denetimin raporu, uygunsuzlukları, aksiyonları okur, yok ilk kez denetlenecek bir firmaysa başvuru formunu, gönderildiyse ilgili firma dökümanlarını inceler.
Firma ne zaman kurulmuş, hangi ürünleri üretiyor, hangi proseslere sahip, kaç kişi çalışıyor, kaç vardiya çalışılıyor, başka standartlarda belgeli mi , önceki denetimde ne gibi uygunsuzluklar çıkmış, bir önceki denetim sonucu neymiş tüm bu konuları önceden bilmek denetçiyi önceden zihnen hazırlar ve denetimde nereye , ne kadar zaman harcayacak, hangi konulara ne kadar odaklanmalı konusunda fikir verir. Daha fazlasını oku…
BRC ve IFS ‘i Twitterdan Takip Edin!
Büyük kuruluş ve organizasyonların sektördeki insanları yeni hizmetlerinden ve güncel değişikliklerden haberdar etmek için kullandığı geleneksel yöntemlerı hepimiz biliyoruz: websitesinden yapılan duyurular, gönderilen mailler, seminerler, toplantılar. Ama bunların yanısıra artık diğerlerini geride bırakmaya başlayan yeni bir kavram var hayatımızda o da; sosyal medya!
Son zamanlarda facebook,twitter,friendfeed gibi sosyal komunite sitelerinin sadece bireyler tarafından değil, bazı markalar tarafından da kullanılmaya başlandığı ve bu siteler üzerinden duyurular, düzenlenen farklı kampanyalar ve organizasyonlarla tüketiciye/hedef kitleye ulaşıldığı dikkatinizi çekiyordur. Özellikle Türkiye’de genç nüfusun ve internet kullanımının Avrupa’ya göre daha yüksek olduğu düşünülürse sosyal medyayı pazarlama için kullanan kuruluşların bu çabalarında oldukça haklı olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Şimdi işin bizi ilgilendiren kısmından bahsedeyim: BRC ve IFS de twitter rüzgarına kapılanlardan .Eylül 2009’dan beri hesabı bulunan BRC daha çok yayınlanan BRC standartları,sektörel rehber dökümanlar ve bunlarda yapılan değişikliklerle ilgili bilgi verirken, Ocak 2010 itibarıyla twittera giren IFS daha çok dünyada IFS ile ilgili faaliyetler, katıldıkları konferanslar, seminerler ile ilgili bilgi veriyor.Ayrıca takipçilerinin arasında belgelendirme sektörüyle ilgili başka kuruluşlar, sektörde çalışan uluslarası pek çok insana da rastlamanız mümkün.
Eğer siz de bu standartlarla ilgili gelişmeleri takip etmek isterseniz aşağıdaki linklere hemen tıklamanızı öneririm:
BRC için buraya
IFS için buraya
Alerjenleri sadece etikette deklare etmek yeterli midir?
Gıda alerjisi son yıllarda giderek daha çok gündeme gelen, BRC, IFS standartları tarafından titizlikle sorgulanan ve bazı durumlarda öldürücü olabildiği için gıda işletmeleri tarafından detaylı değerlendirilip dikkatle ele alınması gereken konulardan biri.
Alerjen yönetimi işletme içinde hemen her birimi ilgilendiren bir konudur ve en azından şu başlıkları içermelidir: Ürünün üretildiği ve satıldığı ülkelerdeki yasal olarak alerjen kabul edilen maddelerin belirlenmesi, firma içinde kullanılan alerjenlerin tanımlanması, ürün reçetelerinin incelenip alerjen içeren ve içermeyen ürünlerin belirlenmesi, depolama, üretim , paketleme basamaklarında çapraz bulaşma olasılıklarının değerlendirilmesi, buna bağlı olarak üretim planlama ve temizlik planının gözden geçirilmesi, kullanılan ekipmandan alerjen bulaşması olasılığının incelenmesi (örn. tartım için kullanılan aletler), personelin dışarıdan alerjen içeren gıda sokmasının engellenmesi, paçal yapılan ürünlerde alerjen içeren içermeyen ayrıştırılmasının yapılması, etikette alerjen girdilerin deklarasyonu,vb.
Etikete bu deklarasyonun yapılmasındaki amaç; alerjisi olan tüketiciyi bilgilendirmek, korumaktır.Etikette alerjik olduğu maddeyi okuyan tüketici ürünü tüketmeme şansına sahip olacaktır.Üstteki paragrafta bahsettiğim sistemi uyguladığı halde bulaşmayı önleyemeyen bir firmanın ürünlerine koyacağı uyarı elbette tüketiciyi korumak için son derece gereklidir.
Ancak kişisel gözlemim bazı üretici firmaların herhangi bir risk analizi yapmadan ya da önleyici basamakları atlayarak, kendini güvenceye almak için mümkün olan tüm alerjenlerle ilgili ‘içerebilir’ ibaresini etikete bastığı yönünde. Bu durumda yumurtaya alerjisi olan bir tüketicinin markete gittiğinde elini attığı her üründe ‘yumurta içerebilir’ ibaresiyle karşılaştığını düşünelim.Bir kısmı gerçekten yumurta içeren, bir kısmıysa risk analizi bile uygulamayan üretici firmanın içinde belki de ‘yumurta’nın ‘y’si bulunmayan ürünlerine yazdığı bu uyarılar nedeniyle tüketici bir süre sonra kendisine uygun,tüketebileceği ürün bulamayacaktır.
Sektör olarak tüm bu uygulamaların amacının tüketicinin alanını daraltmak değil, tüketiciye daha güvenilir ürün sağlamak olduğunu hatırlamalı, standart ve yasaları buna göre yorumlamalıyız.